Neden Yaşlanırız?

Yaşlanmak doğal bir süreçtir ve ortalama insan ömrünün 75 yıl olduğu iddia edilmektedir. Bilim bu süreyi uzatmak için elinden geleni yapmaktadır.

İnsan vücudunda hücrelerin bölünerek yeni hücre oluşturabilmelerinin sayısı sınırlıdır ve sonuna kadar bölünebilen tek hücre kanser hücresidir. Dolayısıyla kanserin sırrının çözülmesi insanın yaşlanma olgusuna da ışık tutacaktır. Yaşlanmak doğal bir süreçtir ve ortalama insan ömrünün 75 yıl olduğu iddia edilmektedir. Bilim bu süreyi uzatmak için elinden geleni yapmaktadır. Yapılan çalışmalarla beslenme düzeni ve beslenme tarzının yaşlanma, sağ kalım üzerinde birincil ve en önemli role sahip olduğu gösterilmiştir.

Doğum, büyüme, yaş alma ve ölümün birbirini izlediği bu doğal süreçte yaşlanmaya dair çeşitli teoriler var. Bu teorilerden en kabul göreni bedende gerçekleşen reaksiyonlardan ortaya çıkan atık ürünlerin vücutta birikmesidir. Yaşamak için ve gerekli temel enerjimizi karşılamak için gerçekleşen reaksiyonların sonunda vücutta asit atıklar oluşur. Bu atıklar idrar, dışkı, ter veya nefes yoluyla vücuttan dışarı atılır. Ancak oluşan asidik atıkların tamamından kurtulamayız. Yıllar geçtikçe bu atıklar birikir. Yaşlanma, bağ dokuda asit metabolitlerin birikmesinin bir sonucudur.

Cleveland Kliniği’nin kurucularında Dr. George W. Cril’e göre, “Doğal ölüm yoktur. Doğal ölüm olarak adlandırdığımız şey ilerleyen asit yoğunlaşmasının geldiği son noktadır.”

Sağlıklı bedenin asit birikimlerini tolere etme kapasitesi vardır. Ancak bu kapasite aşıldığı zaman yaşam kalitesini bozan ciltte kırışıklık, yorgunluk, dolaşan ağrılar, ağırlık hissi, saç-tırnak kalitesinde bozulma, ciltte lekelenmeler gibi klinik süreçler ortaya çıkmaya başlar. Tüm bunların altında yatan başlıca neden asit birikimidir.

Yaşamayı tercih ettiğimiz ya da zorunlu kaldığımız metropol yaşamı, sanayileşmenin beraberinde getirdiği çevre kirliliği, hızlı iletişim ile rekabetin sebep olduğu aşırı stres, alkol-sigara benzeri toksin tüketimleri, doğal olmayan beslenme tipleri (hazır gıda, boyalı maddeler, koruyucu maddeler, suni kimyasal gübreler, hormonlu gıdalar vb.), asitli içecekler, enerji içecekleri, yüksek proteinli beslenme vücudumuzdaki asit yoğunluğunu daha da artırmaktadır. Teknolojik ve sanayileşmiş rafine yaşamlarla daha asidik bir yaşama doğru kayıyoruz. Yaşlandıkça daha hızlı oranlarda bikarbonat kaybetmeye başlıyoruz. Bu kaybı karşılayamadığımız noktada ise daha hızlı yaşlanıyoruz.

1996 yılında Dr. Lynda Frossetto ve Antohony Sebastian tarafından Kaliforniya Üniversitesi’nde yapılan araştırmada yaşla birlikte asit radikallerinin arttığı buna karşılık bikarbonat miktarının düştüğü tespit edilmiş, yaşla birlikte metabolik asidozun nasıl ortaya çıktığı bilimsel olarak açıklanmıştır.

İdeal olarak insan vücudunun alkali olması gereklidir. Hastalıklara sebebiyet veren mikrop ve virüslerin en çok tercih ettikleri ortam asidik ortamdır. Ortamın pH’sının yükseltilerek alkali hale getirilmesi ile mikrop ve virüslerin yaşayamayacağı bir ortam yaratılarak hastalıkların önüne geçilebilir.

Kandaki asit miktarının çok az bir oranda artması ise akışkanlığı olumsuz yönde etkiler, kanın akışkanlığını azaltır, dolaşımı zorlaştırır. Kan dolaşımının bu şekilde olumsuz etkilenmesi dejeneratif hastalıkların oluşmasını tetikler. Çünkü yeterince beslenemeyen her doku hastalanmaya mahkumdur, hatta zaten hastadır.

YAŞLANMAYI GECİKTİRMENİN YOLLARI

Beslenme

Besinlerin oksijen ile yanması hücrelere yaşamak için gerekli olan enerjiyi sağlar, esas beslenme budur: “Hücreye enerji sağlamak.” Beslenmemizin amacı yaşamak için enerji temin etmektir. Vücudun ister protein, ister karbonhidrat ve ister yağ olsun her türlü besine ihtiyacı vardır. Karbonhidratlar hızla yakılıp enerji sağlarken kolesterol ve yağ asitleri ise depo enerji kaynaklarıdır. Dengeli ve düzenli beslenme, asit ve alkali beslenme kişinin yaşlanmasını geciktirecek önemli adımların başında gelmektedir.

Bilginin ömrü kısaldıkça beslenme tiplerinin sayısı artmaktadır. Sağlıklı yaşam için önerilmiş faydalı gibi görünen çok sayıda diyet zaman içinde kişiyi riske sokan durumlar yaratabilir. Örneğin; sadece protein ağırlıklı diyetleri değerlendirelim: protein yakıldığı zaman atık ürün olarak ürik asit ve amonyak oluşur. Ürik asit zehirli bir asittir ve mineraller ile nötralize edilemediğinde vücut için son derece tehlikeli hale gelir. Beden asiditeyi dengelemeyi mineraller ile en çok da kalsiyum ile gerçekleştirir. Kalsiyumun en bol kaynağı kemiklerdir. O zaman uzun süreli protein diyeti yapanlarda osteoporoz riski artar.

Yaşlanma karşıtı beslenme bir ömür boyu sürecek olan bir yaşam şekli olmalıdır. Sağlıklı ve doğal besinlerle, dönüşümlü bir düzen içerisinde, doğru pişirme yöntemleri ile özenli miktarlarda yenilen yemek bizi geç yaşlandıracaktır.

Düzenli Egzersiz

Kişinin yaşam şekline, beden yapısına ve tabi ki yaşam koşullarına uygun egzersiz yapmak,  yaşam kalitesi ve yaşlanmanın geciktirilmesi için çok önemlidir. Egzersiz kan dolaşımını ve lenf dolaşımını artırır, yağ yakımını sağlar, kas ve kemik yapısını güçlendirir, sindirim sitemine dolayısıyla beslenmenin düzenli olmasına yardımcı olur. Burada önemli bir nokta gözden kaçmamalıdır; spor ancak düzenli yapıldığında yaşlanmayı geciktirebilir.

 

Canlı Su İçmek

Su hidrojen ve hidroksil moleküllerinden oluşan H2O bileşiğidir. Bu kimyasal yapının proton ve elektron yükleri hızlı reaksiyon kapasitelerinden dolayı sürekli hareketlidir. Suyun tüm dinamik moleküllerde olduğu gibi elektromanyetik bir alanı, iletim ve taşıma yeteneği vardır. Yani su canlıdır. Teknolojik yöntemler ile biliyoruz ki suyun canlılığı, plastik kapların içerisinde kısa bir süre sonra (ortalama 1-4 saat sonra) ortadan kalkar ve ölü su haline gelir. Suyun faydalarını okuyacağınız tüm kaynaklarda suya ait anlatılan tüm özellikler sadece canlı su için geçerlidir. Canlı su kinetik olan (akarsu, dere, çeşme...), cam ya da toprak kaplarda saklanan sudur. Canlı su hayattır!

Kandaki bikarbonatın yüksek tutulması asidoz oluşumunu engelleyen en etkin yollardan biridir. Bunu sağlamanın en etkili yolu canlı ve alkali su tüketmektir. Kuvvetli bir çözücü olan su kanın %90’ını oluşturur. Besinler, vitaminler, mineraller, atık maddeler ve ölü hücreler kan ile taşınır. Kanın ve bağdokunun akışkanlığı sağlıklı bir beden için önemlidir. İhtiyacımız olan su kilo başına ortalama 40 ml’dir.

Nöralterapiyle Regülasyonun Sağlanması

Vücudun ilgili bölgelerine yapılan bir enjeksiyon tedavisidir. Nöralterapi bu özellikleri ile bir regülasyon yani düzenleme tedavisidir. Nöralterapi vücutta 3 temel dolaşımı artırır:

  • Kan dolaşımı
  • Lenf dolaşımı
  • Sinir iletimi

Bu üç dolaşım sırasıyla dokuyu besler, temizler ve daha düzenli çalışmasını sağlar. Böylece bedenin yaşlanmasına sebep olan tüm faktörleri yavaşlatmak ya da engellemek için gerekli koşullar sağlanmış olur. Bu sebeple nöralterapi, ağrı tedavisinde kullanılmasının yanı sıra doğal bir anti-aging yöntemidir.

Dr. Hüseyin NAZLIKUL,  M.D.,  PhD.
IFMANT = Uluslararası Nöralterapi Federasyonu Başkanı
Bilimsel Nöralterapi Regülasyon Derneği Başkanı 

Faydalandığım Kaynaklar:
•    Nazlikul, H: Nöralterapi Ders Kitabı 
•    Nazlikul, H: Nöralterapi Başka Bir Tedavi Mümkün
•    H. Barop’un (Çevirmen H. Nazlikul) Nöralterapi Atlası 
•    L. Fischer’in  ( Çevirmen H. Nazlikul ve Y. Tamam) Nöralterapi Kitabı
•    James W. NcNabb ( Çevirmen H. Nazlikul ve Y. Tamam) Eklem ve Yumuşak Doku Enjeksiyonları
•    Weinschenk, S: Neuraltherapie 
•    Fıscher, L et: Lehrbusch Integrative Schmeztherapie